Hoşgeldiniz

Kim ne derse desin sözcükler ve düşünceler dünyayı değiştirebilir.

1 Ekim 2011 Cumartesi

Ömer Seyfettin ve Hikâyeciliği


                Ömer Seyfettin Türk Edebiyatı’nın en ünlü hikâyecisidir. Sade dil akımına büyük ölçüde öncülük eden Ömer Seyfettin İstanbullu bir aileden 11 Mart 1884 yılında Gönen’de doğmuştur.
                Gönen çocukluk öykülerinde büyük yer tutmuştur. Daha sonra Gönen’i 8-9 yaşlarında bırakarak ailesiyle İstanbul’a gelmiştir. Mektebi Osmanî’sinde öğretim gördükten sonra Askeri okullara girer. 19 yaşlarında Mektebi Harbiye-i Şahane’den piyade teğmeni rütbesiyle mezun olmuştur. Seyfettin yazı hevesine de burada başlar.
                Yakorit’de iken Selanik dergilerine, takma isimle yazılar gönderir. “Yeni Lisan” hakkındaki tasarılarını bildiren ünlü mektubunu burada yazmıştır.
                1910’da askerlikten istifa etmiş ve serbest yazarlık hayatına başlamıştır. Genç Kalemlerde Gökalp’ında katılımıyla bildiğimiz “Türkçü” edebiyat cephesi kurulmuştur. Ömer, bir yandan yeni lisanın en güzel hikâyelerini verirken öte yandan Batı Taklitçisi, Türk düşmanı, kozmopolit ve mason çevrelere ateş yağdıran bir dalaşma hamlesine girişmiştir.
                Ömer Seyfettin, askeri okulda Fransızca öğrenmiş ve kendisini iyi yetiştirmiştir. Sezme, yaratma gücü itibariyle edebiyatımızın ender tanıdığı, hamleci, öncü yazarlardan biridir.
                Ömer Seyfettin sade dil savunucularının başında gelir ve Ali Canip’e yazdığı bir mektupta bunu şöyle belirtir:
“Arapça, Farsça terkiplerin hiç lüzumu yoktur. Bunlar ancak süs içindir. Kimin gösterecek, teşhir edecek bir fikri yoksa onları çok kullanmıştır. Eğer terkipler kaldırılırsa arıtmada büyük bir adım atılmış olmaz mı? Bunu yalnızca başaramam. Geliniz Canip Bey edebiyatta lisanda bir ihtilal vücuda getirelim. Ah büyük fikir, çalışma ve sebat ister.”
                İşte Ömer Seyfettin, kendinden önce bütün Tanzimatçıların düşünüp arzuladıkları fakat yapamadıkları bu fikri uygulamak niteliğini göstermiştir.

                Ömer Seyfettin öyküyle birlikte şiir, makale türlerinde de eser vermiştir. Şiirleri azdır ve bir gencin hevesinden öteye gidemez.
                Makaleleri heyecanlı, alaylı ve hislidir fakat Gökalp’ı andıran fikir sağlamlığına özenmiştir.
                Hikâyelerine gelince Türk Edebiyatı’nın en önemli temsilcisidir ve Edebiyat tarihine böyle geçmiştir. Kendisini sırf hikâyeye veren bir sanatçıdır. Onun eserlerinde Fransız üstadı Maupassant tarzı vardır ve bu tarzın Türk Edebiyatı’ndaki en önemli temsilcisidir.

                Konu bakımından hikâyelerinde giriş, düğüm ve çözüm gibi bütün ayrıntılara dikkat edilen olayları işlemiştir. Konularını aldığı konular altı bölümde incelenmiştir. Sizlere bu bölümden biraz bahsetmek istiyorum:
                a)Çocukluğundan aldığı konular: Bu konuları “Ant, Falaka, Kaşağı” hikâyelerinde görebilirsiniz.
                b)Yakorit Sınır Bölüğü ilhamlarıyla yazdıkları: Buradan ilham alarak yazdıklarını da “Bomba, Beyaz Lale, Tuhaf Bir Zulüm” hikâyeleridir.
                c)Türk savaş tarihinden çıkardığı hikâyeleridir: Bu hikâyeler çok sevilen destanî hikâyelerdir. Forsa, Vire, Başını Vermeyen Şehit, Pembe İncili Kaftan, Topuz ve Diyet hikâyeleri buna örnektir.
                d)Folklor ve Anadolu Efsanelerinden çıkardıkları: Bu hikâyeler “Yüz Akı, Üç Nasihat, Kurumuz Ağaçlar”dır. Bu hikâyeler Anadolu ve Rumeli Türkleri arasında dolaşan hikmetli kıssalardır.
                e)Bir fikri savunmak veya yermek için yazdığı hikâyelerdir: “Efruz Bey, Fon Sadriştayn’ın Oğlu, Kızılelma Neresi? , Primo-Türk Çocuğu” hikâyelerini buna örnek verebiliriz.
                f)Günlük hayattan alınmış hikâyeleri: Ömer Seyfettin’in en gerçekçi olduğu belirtilen hikâyelerdir.

                Kişiler bakımından Seyfettin’in hikâyeleri zayıf görülmüştür. Bu hüküm siyasi tarzda yazdığı öykülerde gerçek olabilir.
                Çevre bakımından İstanbul ve çevresini anlatmıştır. Yalnız şuna da değinmek gerekir ki İstanbul dışına çıkan ilk hikâyecilerimizdendir.
                Üslubu bakımından onun hikâyelerinde şunlar görülür:
v  Konuşmaların doğallık sınırını aşmaması, kişilerin, durum ve davranışlarına göre belirlenecek olması.
v  Sonuçta ortaya çıkacak olan beklenmedik durumun düğüm sürecinde okurun şöyle böyle ilgisini çekecek kimi ipuçlarıyla belirtildiği halde, yan olayla gözlenmesi.
v  Olay sergilenirken özellikle gerilim sağlayacak sözcükler kullanması.
Seyfettin “Edebiyatsız edebiyat” peşinde koşmuş. Yani süsten, şairanelikten, mecazdan, uzun cümlelerden uzak durmuştur.
                Bu yüzden birçok eleştiriye maruz kalmıştır. Hâlbuki Ahmet Mithat, Hüseyin Rahmi gibi ona da “Üslupsuz” denilmesine rağmen en çok yaşayan ve sevilen yazar olmuştur.
Hastalığı ve Vefatı        
Ömer Seyfettin’in yorgunlukla başlayan hastalığının belirtileri 1917’de ortaya çıktı. Geçen zaman içinde üyesi bulunduğu Merkez-i Umumi’den ayrıldı, evine ve yazılarına kapandı. Bu dönemde 10 kitap dolduran 125 hikâye yazdı. Hikâyeleri birçok dergide yayımlandı. 25 Şubat 1920’de hastalığı artınca 4 Mart 1920’de hastaneye kaldırıldı. 6 Mart 1920 günü burada hayata gözlerini yumdu. Ömer Seyfettin’in hikâyeleri hala birçok kişi tarafından okunmakta, hikâyeleri ve yaşamı okul kitaplarında ders olarak anlatılmaktadır. Üslubu ve yazdığı hikâyelerle kalıcı bir yazar olmayı başarmıştır.

Kaynak: Türk Edebiyatı 6.Baskı, Türk Edebiyatı Yayınları:2, Büyük Eserler Dizisi:1 syf.(82, 83, 84, 85), Çağdaş Türk Edebiyatı:2, Meşrutiyet Dönemi:2, Bilgi Yayınevi syf.(39)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar